9 Aralık 2013 Pazartesi

Ruh Altı

Bahadır Baruter (ruhaltı)
Hissettiklerimle yaşıyor olduğum çoğu zaman aynı değil ve ben bu durumu artık yadırgamıyorum. Hatta bazen hissetmek için varlığımı idam edeceğimi düşünüyorum ve idam kararım çıkıyor... Sonra kabul edilmiyor gülüyorum… Ancak hissettiklerim beynimde çığırlar açıyor; hasretle bakıyorum kendime. Sonrasında geçmişi anımsayınca yorgunluk hissi ağır basıyor, düşünceyi iptal ediyorum, yarım bırakıyorum… Özü; bırakıyorum… Öylesine sağlam hissediyorum ki; sadece o tükürdüğünde, kollarımın arasından sızan hisler bütünlüğü; kayboldukça yenileri ürüyor ardı ardına… Gayet soyut oldukları için tekrar tekrar yalnız hissediyorum kendimi…
                                                                                                                                    21.05.10
Sorular ve cevapları, sınavım kısa sürecek sanmıştım... Uzadı... Merak etmekten çok, duvar saatini izlemek kadar. Saat dörtse birazdan beş olacağını adımız gibi bilir ve bekleriz. Saatin içindeki zımbırtılar hareket eder.
Biraz yelkovan biraz akrep kıpırdıyor saat henüz beş değil. Beş olsa o koltuktan kalkıp gideceğim. Dakikalar geçiyor ve bir anda dünyanın en imkânsız şeylerinden biri oluyor, son dakika golü; saat beşe beş kala duruyor. Beklenenin dışında gerçekleşen bu şey hayatımın en atraksiyonel şeyi haline geliyor. Saat durdu ve bende duruyorum. Şimdi beş olmasını beklediğim bir saatte yok mekanik bir seste. Saat bana bakıyor ben ona. Tam dururken çok heyecanlıydı ama şimdi sadece duruyor... Yatağımın yanında 1,5 litrelik pet şişe içinde çeyreği kadar su duruyor. Su hiç kıpırdamıyor. Ona daha yakından bakmak için eğildim, bir sorun olmalı. hâlâ kıpırdamıyor. Bakışlarım dingin, su dingin. Suyu içtim şişeyi geri koydum, defterime göz gezdirip tekrar şişeye baktım. Su yok… Sebep-sonuç ilişkisi suyu içtiğim için yok. Peki saat… O, neden durdu? Bozulmuş olabilir mi? Ben mi bozdum, beklentim mi? Koltuğa uzandım, biraz bekleyip saate tekrar baktım. Beşi on geçiyor… Şaşırdım, nasıl olabilirdi? Ben görmeden çalışmış ve on beş dakika boyunca fark etmemiştim.

Ay tutulması gibi yazmak. Beynimin dışarıya tutulması… Gözlerimin önünden geçerken aklımdakiler; kalem sayesinde bir dış akım. Gerçeğe yaklaştıkça güzelleşiyor bu mabet… Öyle ki utanmadan, silmeden yazmak isterken; en ufak nokta değerli hale geliyor. Dikkat ediyorum saat 23.30. Vakit geçmiyor… Bilinmesi gerekmeyen bir bilginin; yapım aşaması, gelişimi, sonucu süresince geçemeyen vakit canımı sıkıyor. Yeri geliyor bir dolu sövmek istiyorum, yeri geliyor sadece beklemeye devam etmek. Devrime ihtiyacım var. Devrim bekle, ben geliyorum!
                                                                                                                                    28.10.13
Yavaş ya da hızlı geçip giden bir zaman var. Zaman durağan, geçen, olağan… Evrimin son halkasında hissediyorum kendimi. Artık yapılacak şey devrim, gelişimimi tamamladım. Veletken büyüdüm, büyüdük… Ve bu yanılsama değil. Sadece bazen öyle olsun isterdim ama “bazen”. Bu o kadar insanca bir kelime ki; medeniyetten utanmama sebep oluyor. Utanarak yaşadığım bir bazen. Üzerine düşünülecek ne varsa, yaşamaya değer.
                                                                                                                                     4.12.13
Söz uçar yazı kalır… Şuan ne yaptığımı bilmek, hesaplamak için somut bir eylem içindeyim. Yazıyorum: okumak gibi değil tüketmek gibi de… Yazmanın ikincil bir bahanesi olamaz uykuya yardımcı, ya da vakit geçirmeye… Zararsızca kış uykusuna yatmış böcek gibiyim; çevreme bir etkide bulunmuyorum. Gözlerimi de çıkarıp koydum kibrit kutusuna. Çocukların ilgisini çeker… Antenlerimle hissederek yaşamaya çalışmak tat veriyor. Nereye gittiğimi bilmemek güzel, cahillik gibi… Yağmurda güzel, bacaklarım ıslak toprakta çırpınırken; üstelik kör. Salt yaşamaya çalışmak. Yaz mevsimi geldiği vakit binlercemiz dökülür sokaklara. Bilinen bahar türkülerinin dışında senin belki de sadece ilginç karşılayacağın melodiler mırıldanacağım… Olacaklar: kişilere bir savaşı sürdürtür. Beni uyut, beni uyut… Yaşam müthiş tesadüfleri barındırıyor. Aylar önce aldığım ayrılık mektubunu bu gün tekrar açtım, okudum. İlk günler insanlara kızmıştım. Hayatı ne kadar rahat yaşadıklarını söyleyip, kinayeli bir şekilde imrenmiştim. Bu gün kâğıda öylesine göz gezdirirken; en altta defter kâğıdının markasını gördüm. “Gıpta” Markalı kareli defter… Beni güzel uyut, gözlerimi çıkarttım ama antenlerim oturduğumuz koltuğun desenini hiç bilmesin. Az önce sesin değişti ve her şey değişti. Uyku tutmadı… Kahretsin ki yine Beyrut... Uyudum, uyandım, büyü bozuldu. Bir zamanlar nelere kafa yoruyordum acaba merak ediyorum. Beynimi gecelerce meşgul edip şimdi hiç hatırlamadığım. Düşünmek boş bir iş mi acaba? Hadi sorgulayalım yaşam ne istiyor bizden? Tanıyorum bu evi, biraz karanlık. Sokaktan geçen her arabanın farları duvarda geziyor. Bu evde neyi düşünürdüm? “Geceler mi uzadı, bu karanlık ne? Gönlümün bayramları şenliği söndü. Seni kimler aldı kimler öpüyor seni? Dudağında dilinde ellerin izi var...”  Söylemlerim tutmadı. Büyüme dedim, sev dedim, uyut dedim… Sesin değişti ve her şey değişti. Noktasız virgülsüz yazacağım artık; rüyamda bir çocuk olarak gördüm seni. Kimyası değişmemiş beynimin bana bir oyunu. Ne güzelde heyecanlandım şimdi, yıllar sonra ismini hatırlar mıyım? Suratını unutmam ama…  “…Susan bir çocuktan daha büyük tehdit ne olabilir, seni bekliyorum orada o kirlenen ütopyada. Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bir elma ağacı, soluğunun elma kokması bundandı belki…”   (a.telli)
                                                                                                                        06.02.12


Bu gün sadece gülümsüyorum J