20 Ocak 2014 Pazartesi

Salyangoz

Bir helezon hatırlattı bana bu sözleri… Zaten herşeyi önceden yaşamış insan beyni kimi zaman unutmakla yetiniyor tüm geçmişi. Tekrar tekrar dinledim aynı melodiyi, doğru düzleme gelince anahtarın dili açtı beynimi. Tekrar tekrar olup biten tipik bir yaşamı sürdürmek; ilk an dan son an'a kadar yapman gereken görevi bitirmediğin içinmiş. Uyan, yüzünü yıka… Benzer duygular ancak heyecanı farklı; bakkala git, en sevdiğin çikolatayı çal ve ye. Eve dön dayak ye. Üzül, sev, düşün, dur, bekle, kokla, işe, otur, kalk, benimse, vazgeç, unut, sev, seviş, oku, yaz, çalış, bil, geç kal. Oluştur, en son bunu yap baştan beri koyduklarının üzerine bir taş daha koy ve karşılaşınca oluşturduğunu fark et. Marjinal mi? Olsun… Genel mi? Olsun… Aynı çerçeve etrafında dönüyorsun şimdi ve derine gidiyorsun bir yandan. Yargılıyorum bende… Neden? Bunlardan banane! Bunlardan sanane!

Maddenin özüne doymama hali bu… İçimden geçerken; alıyorsun benliğini. Oysa bana bırakmalıydın kendini… Ben, bölündükçe eksilecek sandım varlık. Çoğalıyormuş bölündükçe… Ne istediğimi bilmedim hiç, yaşadım hep kendimce. Düştükçe düştük şimdiye kadar yaşadıklarımızla dibe. Ulaşınca, iki ayağımız ile sıçrattık kendimizi göğe. Önümüzden bizi fark etmeyen merkepliler geçti. Biz o zamanlar mektepliydik; hem utangaç hem acemi… Bir nevi merkep… Biraz vakit geçince, yaşamayı bir iş olarak görünce gediklisi olduk hayatın. Utanmayı unuttuk. Utanmaktan utandık… Tam olarak ne istediğini bilmeden yaşadığın hayatı, kendini sıçratıp görünce güneşin ilk ışığını; bir fikir geldi aklına daha ilerisini görmek adına. O güne kadar nefesini hep tuttuğunu fark ettin. Almak istedin, henüz derindi durduğun nokta… Tam karşında birini gördün dibe doğru dalan, dalarken gözlerinin taa içine dolu dolu bakan… Gözlerinde mor bi düş vardı. O bakışa tutundun çıkarken, gitmesin istedin. Henüz dibe ulaşmadan tutup kollarından çıkarttın yüzeye ilk nefes boğazınızı yaktı, ikincisi düşündürdü, üçüncüsü şükrettirdi… Konuşmadınız hiç… Sen denizkızıydın, bense henüz mitolojiye inanmıyordum… Tüm denklemleri alt-üst eden bir gerçeklik var suyun dışında, hiç düşlemediğim bir gerçeklik. En güzeli bu...

1 Ocak 2014 Çarşamba

Tren



Tüm tuzakları biliyor olup bunca faka basmak… İnsanın doğası galiba, doğal olan bir başka şeyse tuzakların olağan olması, yaşanıyor olması, insanın üstüne üstüne gelmesi… Lanet olası “federaller”, bu cinayeti kendi polis sistemimle çözmeyi planlıyordum ama işe evrensel doğa yasaları parmak attı. Herşey saklı gizli olmak zorunda ya açık düşüncelerimi bir kenera atıp gizli düşüncelerimin peşine düştüler. Polis gizemi sever, zaten aksiyon arıyor… Hayal kurdum… Hayal; tüm insani duygularımın fikir ile vücut bulmuş hali. İçinde sevinçlerim, beklentilerim, isteklerim, korkularım vardı. Dolayısı ile yaşadıklarımın da hepsini içinde barındırıyordu… Geniş zamana yayılmış anlık olaylar silsilesi. Sevincim uzun sürdü, beklentilerim bitmek bilmedi(bkz: Ademin elma olayı), isteklerim bazen gerçekleşti, korkularım hep vardı. Bu denklemin adaletsiz olduğunu düşünmeye başladım. Saatlerce kurduğumu sandığım bir kale tek top atışı ile yerle eksan oluyor… Oysa topu yaratan da benim ateş edende… Ne saçma değil mi? Ve bunu bilip hala topun fitilini ateşlemeye engel olamamak. Artık gerçekten bunu istemiyorum… Yeter… Çok üzülüyorum, yoruluyorum… Kendimi boşluğa bırakmaya hazırım herşey tanrının elinden geldiği gibi olsun.

Biz istersek, duvarlara pencereler açarız
Biz istersek, gökyüzüne gökuşağı asarız
Biz istersek, rüzgârlara kanat açar uçarız
Biz istersek, yüzyılları bir gecede yaşarız
Biz istersek, gözyaşından gülen elma yaparız
Biz istersek, kahkahadan ağlayan nar yaparız
(I.Irem)



Hayat hep ironik; kurulu düzeni korumak adına 30cm mesafeden el sallamak giden trene…
Ve aynı trenin sesini duyup öküzce bakmak menzilden çıkana dek…
Bir istasyon şefinin gönderdiği trenden sonra işini bitirmiş olmanın verdiği huzurla başını yastığa koyması ve aynı treni bir sonraki istasyon şefinin heyecanla beklemesi… Hepsi aynı yol üzerinde farklı zamanlarda ama aynı “an” içerisinde…
Beni anla!