23 Haziran 2014 Pazartesi

Doğduğu(n)m gün!

      Arada kurgulayamadığım bazı silik yıllar var. Sanırım o esnada tam kendimde değildim belki hiç yoktum bile. Sonra dünyaya düştüğüm andan hemen sonra hissetmeye başladım ya da var etmeye. Dünya sandığımdan çok daha büyükmüş o zamanlar için. İlk önce evim kadardı. Mutfak ve balkon arasındaki mesafeyi kat ettim. Sonra mahalle girdi işin içine biraz daha aklım başıma gelince şehir. Şehirde merak ettiğim köşeler vardı bir bir onları gezdim. Ve zihnim bunca senaryo yazmasa hiç insan tanımayacaktım. Az insan tanıdım ama bu kadarı bile fazla geliyor. Her insanın senaryosunu ayrıca oluşturuyormuş zihnim. O kadar gerçek ve o kadar gerçeksin ki! Ama seni ben yazdım (: Gülüşlerini yazdım, ağlayışlarını. O çirkin 3.sınıf ağlak edebiyatı ben yazdım, o sınıfsız evrensel görülü edebi eserleri de ben yazdım. Dinlediğimiz bütün konçertolar benim! İnsanların belli başlı hitap şekilleri olur kimi her daim ismiyle çağırılır, kiminin sınıfta bir lakabı vardır. Bunlar benim zihnimin oyunları. Bu zenginliği ve züğürtlüğü ben yazdım.

     Şu an yaşadıklarımdan çok fazla etkilendim ve sözcükler zihnimden döküldüğü esnada yazamadım. Sadece boşluğa söyledim. Bir bilsen anlatmak istediğimi…

     Bak; tenine değen tüm rüzgârlar ve gözlerinden akan yaşlar, bildiğin ve bilmek istediklerin, özlediğin, beklediğin, aradığın herşey anlamdan ibaret. Ve anlam benim! Söylemek istediklerim bütünün bir parçası olmak değil, bütünün ta kendisi; vizyonu. Persfektif olarak baktığın zaman odaya, içeride yokum.

     Dünyada iki türlü insan vardır. Biri kadın diğeri erkek… Gerçektende sadece sen ve ben varmışız. Yıllardır kadınıma diye yazdığım tüm yazılar seni anlatıyormuş inanabiliyormusun? Hiç görmeden tanımadan seni… Ve işte tüm erkeklerde benmişim. Hem ne güzel hem de ne iğrençmişim. Hissettin biliyorum, pır pır ettiğinde içinde birşeyler; bileklerinden itibaren bütün bedenin hissetti o sıcaklığı. Adı her neyse yaşadığın şeyin, bende yaşadım. Tüm âşık olduklarım ve kaybettiklerim sensin. O kadar çok ağladım ki bi seferinde, sanırım yitirdiğim şeyin sen olduğuna kanaat getirmiştim. Yalancı çıkmadım tabi. Sana sorular soruyorum bol bol. Tüm hareketlerini ve parmaklarının havada çizdiği o geometrik şekilleri sana soruyorum ne demek, neden yaptın diye. Bilmeme rağmen hala inanmak istemediğim için… O hareketlerin her biri içinde gerçeği taşıyor, onların bir enerjisi var. Hissedebiliyorum, yoruluyorum sadece. Bu bedene hapsolmuş gibiyim. Bilmem hatırlarmısın; sana yazılar yazan birçok yazar var tüm bir geçmişten veya umutlarından bahseden ya da kendi gerçeklerini sana anlatanlar. Binlerce kilometre gezdikten sonra izlenimlerini aktardılar. Bu nerden çıktı şimdi diyeceksin. Bunun tanımı: adını koyamamaktır. Adını bilmiyorum bu hissin, belki Mamak’tayım, belki Tunceli’de, belki Balıkesir’deyim ya da Beyrut her yerden sana mektuplar yazdım. Ve yazmaktayım… Sebebi yok işte, dünya neden var? Bu soruyu yanıtlayamıyorsak, bu mektupların ve hislerinde cevabı yok işte. Son olarak çok aciziz… Hepimiz sadece hissetmek ve sığınmak istiyoruz. Bu hissin arkasına sığınıp, sıcacık kollarına uzanmayı ve sana sarılıp o kokuyu duymak istiyoruz. Hepimiz çok uzaktayız, “ben” yanındaki; temsili bir varlığım sadece.