Uzun zaman önce yazdığım bir yazıda, kibar beyefendinin kendi zihnini zehirlediği sahnelerden söz etmiştim sonra zehirlenmesine yardımcı olan vizyondan. Bu bir kadındı... Hikayenin başında kız çocuğu diye adlandırıp, yaşça küçümseyerek, zehrin acısına vardıkça olgunlaştırdığım bir karakterdi. Büyümek yetmezdi hiç diyor sevdiğim bir şair...
Şimdi inkar ettiğim karşısında durduğum ne varsa, kitlelerin umudunu yitirdiği o şeyin dışında kalamıyor. Sistem mi dersiniz, çalışmak zorunda olmak mı? Hayallerinin peşinden git diyen laga lugacılarında para kazanmak için cümleler kurduğu basit bir düzen.
Alkışlar duyuyorum kulaklarımda, kırmızı halılı bir sahnede kadife perdeler arasında takım elbisemle birlikte kalabalığa gülümsüyorum. Çok önemli bir şey fark etmişim alkışlanıyorum. Sonra birisi gelip kafama vuruyor, rezil olmak mı dersin? Uyanıyorum, henüz masamın başındayım. Gerçeği yaşamakla efsaneyi yaratmanın arasındaki çizgideyim. Bu çizgi ki, kara delik gibi... Yitip gidebilirsin... Nasıl olabilir? Bir insan sadece kendi hikayesini yaşamayı seçtiği için efsane olabilir mi? Ütopyalar kirlenebilir mi?
| ankara küçük tiyatro |
Sanırım gerçeği yaşamayı seçmeden önce daha fazla ayrıntıma hakim olmalıyım. Bu zihnimin savaşında cinsiyetlere yer olmamalıydı ama hakim olmayı düşündüğümde erkeklik meselesi işin içine giriyor. Toplumun gözünden bakıp yargılamadan önce kendime daha fazla nüfuz etmek istiyorum. “Sinek kadar kocam olsun başımda bulunsun.” Diye bir deyim duydum. İşim zor olacak... Ama efsanelerden söz edince çok örnek görüyorum önümde ve nüfuz etmem gereken ayrıntılar beliriveriyor gözlerimde.